Tamdyrdan ýañy çykan terjime :)
GELIN KÜRTESI.
O benim vazgeçilmezimdi... ama o beni anlamadı... ya da ben anlatamadım. Dünya herkese farklı şekilde aydınlanıyor işte. Allah ona pişman olmayı nasip etmez, inşallah. Ben'se... boşver... kalp var'sa aşk bulunur.
(Birisinin anlattıklarından)
Hepsi rüya gibi geçti, gitti. Çocukluk, okul yılları, on üçlü, on dörtlü yaşlarına gelmesiyle beraber bedeninde türeyen değişiklikler yüzünden oluşmuş bir-birinden yeni duygular, onların daha önce hissedilmemiş hazzı, bilinmezliği, ilk aşk olduğu düşünülen, düşünüle-düşünüle, onlarca defa tutuşan, her defasında da hayal kırıklığına ugradığı anda unutulan heveslerin abartıldığı günler.
Sanki, hepsi gerçek değilmiş de büyülü bir rüyanın parçasıymış gibi...
Evlerine görücü geldiğindeki heyecanı, oğlan'la ilk buluşmaları, onun kibarlığına kapılıp, evliliğe razı oluşu, bekleye-bekleye sonunda gelip çatan düğün. Hatda, onlar bile Yıldıza uykudayken görülmüş rüya gibi geliyordu. Güya nikah kıyılıp, kuşak çözüldükten sonra yeşil gelin kürtesinin altında yanındakı kadınlar ve kızların muhabbetini, bir-birlerine şakayla karışık laf atmalarını duymadan, kendi düşüncelerine kapılıp, iç heyecanını yenmeye çalışarak, kızarıp, titreyen gelin de kendisi değilmiş gibiydi. Tıpkı, kimseye gözükmeyen bir gölge kılığına girerek, Yıldız isimli bir kızın evlendirilişini, gelin oluşunu, yabancı bir yere ilk defa gelip, yabancı insanlari ilk defa görüp, yadırgayşını kendisi yaşıyormuşcasına kıyısından seyreder gibiydi.
Yıldız kendisinin gelin olduğuna, başına ta saçlarını rüzgara savrup, oradan oraya koşturduğu küçücük kizken hayalini kurduğu elde edilemeyecekmiş gibi gözüken, takıları şıngırdayan, gelin kürtesinin konulduğuna inanamıyordu. Bi de nedense o zamanlar küçük ve saf kıza mutluluğun zirvesiymiş gibi gözüken, diğer gelinlerde keyifle imrenme ve masumca çocuk kıskançlığıyla seyredilen güzel gelin kürtesi Yıldıza beklediği hazzı vermiyordu. Belki bu Yıldızın gerektiğinden fazla heyecan yapmasındandır ya da belki belirsiz, yeni hayatının eşiğinden sadece adım atıp, daha içerisine geçemeyip, dizlerinin bağı çözülerek, kendi duygularından yön-yöre bulamadığı içindir.
Yıldız duygularını anlamıyordu. O anlayacakdan fazla heyecanlıdı, eli ayağına dolaşıyordu.Yıldızın kalbinde nasildir bir üzüntü ile karışık neşe duygusu vardı. Ama bu duygu sevinç mi, tatmin olmak mı, kederli mutluluk mu Yıldız bilmiyordu.
Yıldız heyecandan başındaki kürtesinin ağırlığını bile hissetmiyordu. Kürte çok hafifdi. Yoksa, dışardan bakıldığında, ince işlenmiş, astarlı kürtenin epeyce ağırlığı varmış gibiydi.
Yıldızın etrafına kümelenmiş kadınlar, kızlar bir-birinin konuşmasına müsade etmeden " Kız da Kız " diye, şakalaşarak evi havaya uçuracak gibiydiler. Onların keyiflerinin yerinde olduğu seslerinden anlaşılıyordu. Demin bitip, mahellesi dağılan düğünün coşkulu etkisi daha kadınların ve kızların iliklerinden çıkmamıştı. Birazdan düğünün etkisi dağılmaya başlar, sonra da düğünün sorunsuz geçmesi için bir-iki gündür yarım-yamalak uyku ile rahatca oturarak yeyip-içmeden, iki yana koşturarak yapılan yardımın yorgun-argınlığı bedenleri ele geçirip, neşeden ötrü gerildiği için yorgunluğu hissetmeyen damarları gevşetir ve uykuyla kuşatır... Ama şimdi ise maddenin etkisine yakın düğünün etkisi, gücünü kaybetmemişti, sırf bu yüzden kadınlar ve kızlar işlemeleri ışıldayan kürtenin altında nazlanarak oturan Yıldızın yanında beş çayı muhabbeti yapıyordular. Onların muhabbetini dinlemeyen Yıldız başını kaldırmaya dahi utanıp, aynı oturuşunu değiştirmeden, başını öne eğerek kamburlu oturuyordu.
Yıldız vakti-zamanı tahmin etmeye çalışıyordu. Kuşak çözdürüldüğünde Yıldız birisinin kabaca erkek sesiyle " Saat daha ikiyi on geçiyor" diyerek, başka birisinin sorusuna cevap verdiğini duymuştu.
Ama Yıldıza ondan beri bütün sonsuzluk geçmiş gibi geliyordu. Birden ise vakit asla kımıldamayıp, kuşak çözülerek eve buyur edildiğinden beri bozuk saatin dili gibi donup kalmışa benziyordu. Etrafındakı kadınların duymasından çekindiği için kendisine sokularak oturan on dörtlerindeki kızdan " Vakıt kaç, acaba?" diye sormaya utanıyordu. Gerçeği, o kızın sadece kendisi yanında ise Yıldız utanmazdı da. Çünki, Yıldız onun artık kendi baldızı, Saparın kız kardeşi Ayşat olduğunu biliyordu. Ah, ama, bu kadınlar var, her birisi de farklı bir şey düşünür, birisi " Akşamı bekliyor, galiba, zavallı" der, yine birisi bir şey der, üçüncü birisi ise kendince " Niye acele ediyorsun, hasbam, kocanın koynu kaçmıyor ya" diye azarlar.
Sapar dedi de, aklına geldi. Yıldız Saparın suretini hayalinde canlandırmaya çabaladı. Ama beceremedi. Saparın isminden başka hiç bir şey Yıldızın aklına gelmedi. Saparın sadece Sapar adı ile onun kendine kibar geldiği Yıldızın aklında kalmış.
Yıldız Saparın resmini değil de kendisini bir defaya mahsus buluştuklarında görmüştü. O zaman bile kisa süre sonra doğru-düzgün konuşamadan vedalaşmıştılar. Onların o buluşmalarının devamlılığı iki saate bile yetmemişti. Bu gün ise gelin arabasında otururken de, köy muhtarının odasında nikah defterini imzalarken de, Mahtymkuli babanı anıtına çiçek bırakırken de, sonra kuşak çözdürüldüğünde de Yıldız tek sefer bile Saparın yüzüne bakamamıştı...
Birden muhabbet şap diye kesildi. Yıldız etrafının boşaldıgını şimdi hissetti. O kızların nasıl çıktığını da, ne zaman çıktığını da anlamamıştı. Saparın yengelerinin bir tanesinin omzunu hafifce okşayarak, teselli ettiğini de, nasihat verdiğini de duymamıştı. Hatda, sofra kurulup, sofranın üzerinin türlü yiyecek-içecekler ile donaltıldığını da hissetmemişti. Belki, hissetmiştir de, görürse görmüştür de, ama heyecandan, endişeden ötrü dikkat etmemiştir.
Bu olanlardan Yıldız karanlığın bastığı çıkarımına vardı. Kızın gövdesine endişeli sarsıntı geldi. Nedendir titremeye başladı. Korku mu, endişe mi, belirsiz bir şeyin eşiğinde durduğu için merak duygusu mu, yani,genel olarak bir süri değişik duygular iç-içine girmiş, kızların hayatında sadece tek sefer hissedeceği duygusu Yıldızı ayak tırnaklarından saç uçlarına kadar doldurdu...
Önceleri genç kızlık dönemlerinde gizemli bulmaca gibi gelen kapının ardında damat ile gelnin arasında neler olup-bittiği Yıldız için büyük bir merak konusuydu. Her defasında da hava karararak, kürtenin altında nazlı-nazlı oturan gelnin yanından gitme zamanı geldiğinde Yıldız kapıdan çıkarken gelne, çiçeği burnunda çiftin odasına heves'le dolmuş meraklı bakışlarını çevirirdi.
Işte şimdi ise Yıldızın kendisi o heves'le dolmuş meraklı bakışların atıldığı bulmaca gibi odanın içinde, ergen kız gözlerini heves'le kısa süre kendisine hapseden güzel gelin kürtesinin altında nazlanan gelin olarak oturuyor. Ama neden'se Yıldızın kafasında şu an hiç heves yoktu. Gerçeği, heves vardı, ama bedenin damarlarında kaynayan taze kanın sım-sıcak hevesini heyecanlı kafa hissetmiyordu. Daha büyük bir badireyi de, badireden sonra, mükemmel gelen sevinci de hissetmemiş toy kız kafası kendi heyecanı ile meşgüldü.
Aniden Yıldızın heyecanlı, yönünü kaybetmiş, birisi birisini tutmayan düşünceleri kaybolarak, onların yerine üzerinden üç-dört sene geçmiş olayın rüyaya dönüşmüş anısı belirdi. Bu başına buyruk hafızanın işiydi. O bir kere daha hiç lüzumu yokken, kendisinin akla ve vücuda boyun eğmediğini gösteriyordu. Hafızaya sonuna kadar sadık, akla ve vücuda hain gözler ise kapaklarını eğerek, el emeği, göz nuru halı işlemelerinde aynı geçmiş kurban bayramını görüyordular.
Büyük salıncak gök yüzüne değercesine havalanıyordu. Salıncağın üzerindeki üç tane kızın giysilerine dolanan asi rüzgar kendi hızı ile gurur duyuyormuş gibi, kızların ince giysilerini bayrak yapıp, biraz havalandırarak kendi başına geçip gidiyordu. Göz açıp kapayası süre içinde tekrar dönüp, eski hareketlerini tekrar ediyordu. Salıncağın üzerindeki kızlar Yıldız ile iki tane arkadaşıydı. Onların dışında salıncakda bir tane oğlan daha vardı. O Yıldızın önünde duruyordu.
Yıldızın arkadaşlarının korkmaya başladıkları tartışılmazdı, salıncak her yükseldiğinde onların yüzleri bem-beyaz kesilirdi. Onlar salıncağı havalandırmayı çoktan bırakmıştılar. Yıldız ile oğlan ise kızların " Yeter ya!" demelerine, salıncağın iplerinin gevşemesine ve altdakilerin rahatsızdan gelen sinirli bağırışmalarına aldırış etmeden havalanmayı sürdürüyordular. Yıldız salıncak her kalkıp indiğinde kalbinde tatlı içe çekilme ve bütün vücudunu kaplayan anlamsız mutluluğu hissediyordu. Oğlanın manasızlıkla dolu, biraz ketum, çekirdek tanesi kadar bile oyunsuz bakan gözleri Yıldızın suratını, bakışlarını, elleriyle ipi tutmasını, genel olarak her şeyini açgözlülük ile seyrediyordular. Onun gözleri içini delercesine utanmazdı. Onlar sanki Yıldızın bütün duygularını, düşüncelerini biliyormuş gibiydi. Yıldız oğlanın bakışlarını beğenmiyordu. Onun neden böyle baktığını anlamıyordu. Kendini bildi bileli daha kimse ona öyle bakmamıştı, kimse...
Kapının arkasında duyulan gürültü, kahkaha sesleri Yıldızı kendine getirdi. Tam o sırada da odanın kapısı şak diye açıldı. Içkili oldukları anlaşılan erkekler Saparı havada taşıyarak odaya getirip, Yıldızın yanına oturtdular. Saparın agzı da hafif içki kokuyordu. Cesaret için bir kaç kadeh götürmüş olabilir.
Odanın içini sigara ve içki kokusu sardı. Onlar kızların odaya bol-bol sıktıkları parfüm kokusunu bastırdı. Arkadaşları fazla kalmadılar. Her biri Saparın omuzlarına vurup, bir şeyler söyleyerek odadan çıkmaya başladılar.
- Bak, Saparcığım, pes etme!
- Yengemiz Akdaşayakdandır, Akdaşayaklı kızlar güçlü olurlar, birden çay getirtmesin sana.
- Biz gidiyorus ama, “Saparcığımız” olduğunu unutma sakın.
Arkadaşları çekip gittikten sonra Sapar Yıldızın yanından kalkıp üzerinde çeşitli şişeler, kavrulmuş ciğer bulunan sofranın başına geçti, bağdaş kurarak sahiplenici bir tavır’la oturdu.
- Şimdi niye oturuyorsun, geçsene sofraya - dediğinde Saparın sesinin tonunda patronluk taslama hissedildi. Saparın aklında "Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz" ,"Arsıza yüz verirsen astarını da ister" gibi akıllı insanların söylediği atasözleri dolaşıyordu. Az önce aldığı alköl ise onun daha da gaza gelmesine yol açmıştı. Ayrıca o kendi beceriksizliğinin, heyecanının üstünü sinirli cesaret gösterisi ile bastırmaya çalışıyordu.
Alköl ile sigaranın kokusunu alır almaz sabahtan beri ağzına hiç bir şey sürmemiş, üstüne üstlük kürtenin altında iki büklüm oturan Yıldızın midesi bulandı. Deminden beri içini saran heyecan bir yerlere kayboldu, onun yerine ise can sıkıntısı geldi.
Saparın daveti Yıldızın kafasını karıştırdı. Kalkıp sofranın başına geçmeye utanıyordu, kıpırdamadan oturmaya ise Sapardan çekiniyordu. Iki ateşin ortasında kalan Yıldız ne yapacağını bilemeden, hafif kımıldanarak kürtesini daha alta çekip oturdu.
Gelninin dediğini yapmamasına Saparın alkölden ve akranlarının sözlerinden gaza gelmiş kafası attı. Saparın:
- Ne oldu, lan, duymuyormusun? - diye haykırmasına Yıldızın ödü koptu. Yıldız titremesinden ötri nasıl kalkıp sofraya geçtiğini bile hissetmedi. Yıldız yerinden kalktığında da kalbinde az önceki heyecanlı duyguların birazı vardı, ama iki adım öteye gidip, sofraya geçtiğinde ise Yıldızın kalbinde aynı yeni gelnin aynı tatlı heyecanından hiç bir şey kalmamıştı. Onun yerine kocaman boşluk oluştu...
Sofranın başında da Yıldız eskisi gibi iki büklüm oturdu. Kendisi ekmekten bir dilim alan Sapar ise ekmeği saçağın üzerine bırakarak:
- Başındakını çıkartsana be, sergidemi zannediyorsun kendini - dedi.
Ama Yıldız onu duymuyormuş gibiydi. Onun bu haline kafası atan Sapar sinir ile yemek yenen çatalı eline alıp, yattığı yerden aniden kalkarak sinirli fısıldadı.
- Çıkart dedimmi çıkartacaksın. Ne o, bana karşı gelmeye mi çalışıyorsun? Hadi, çabuk ol, ekmeği al, burda kimse senin nazını çekmez.
Yıldızı aniden endişe bastı. Saparın halinden ötrü kendini boğuluyormuş gibi hissetti. Içi daralarak, dört divar üstüne-üstüne geliyormuş gibi hisseden Yıldız neredeyse ağlayacaktı. Kendini zor bastıran Yıldız kürtesini çıkartıp, kıvırarak yanında koydu. Sonra da bu gün fırından çıktığı su götürmez olan yumuşacık ekmeğin kenarından bir dilim aldı. Ekmeği ağzına götürmesine götürdü ama içini saran çaresiz derde düşmüş insan hissinden ötrü bir dilim taze ekmek neredeyse Yıldızın boğazında kalacaktı, çiyneye-çiyneye zor yuttu.
Her ne kadar bastırmaya çalışsa da Yıldızın kalbi acıyordu. O koşturarak dışarı çıkmak, sonra ise bir zamanlar yaramaz çocukken yaptığı gibi kollarını kanat gibi açıp, gücünün yetdiğince eve, anne-babasının, kardeşlerinin yanına gitmek istiyordu. Bu oda Yıldızı sıkıyordu, neredeyse param-parça edecekti. Acıyan kalp sadece Yıldızın gövdesine, bu odaya değil, karanlık ile kaplanmış yer yüzüne sığmayıp, küçülüp-küçülüp noktaya dönmüş kursakda iki yana koşturarak, havalanıyordu, aydınlık arıyordu.
Aydınlığa çıkmak için çıkmaz sokağa dönüşmüş kursağı dövünerek yarmaya çalışıyordu.
Sapar ise acele etmeden yemeğini bitirip, töwir yaptı. Yerinden kalkarak Yıldıza göz ucuyla bile bakmadan odadan çıktı. O çıkar çıkmaz Yıldız kürtesini başına kapatıp, köşeye baktı.
Kürteyı başına kapatması ile beraber, Yıldız azıcık da olsa ferahladı. Kalbi de acımasını bıraktı.
Sevgi ile, kocaman hayaller ile, iyi niyetler ile süsleyerek dikilmiş gelin kürtesinin hafif ağırlığı ve ışıldayan işlemeleri Yıldıza yardım ederek narin kalpten hayal kırıklığını, endişeyi kovar gibiydi.
Biraz sonra odaya Saparın yengesi geldi. Hafif gülümseyen kadın odaya girip, önce sofrayı topladı, sonra da acele etmeden içeriye yatak yaparak, yorgan ile iki tane yastık bıraktı. Aniden bir şey aklına gelerek yeni ve bem-beyaz çarşafı üzerine serdi. Sonra iki büklüm oturan Yıldızın omuzlarına vurup, bir şeyler söyleyerek odadan çıktı. Ama Yıldız o kadın kendisine teselli mi verdi, nasihat mi etti, anlayamadı.
Sapar odaya girip ışığı kapadıkdan sonra ise Yıldızı öylesine bir titreme sardı kı, eli ayağı bir-birine dolaştı. Yıldızın halsizliği tutarak, başı dönmeye başladı. Sapar ensesinden gelerek kendisine dokunduğu zaman Yıldız neredeyse ittirilerek öteye kayacaktı. Ama halsiz olduğu için yerinden kıpırdayamadı bile.
Yıldız bayılmaya çok yaklaştı. Odayı kuşatan karanlığın içerisinde ateşli halkalar gözükmeye başladı. Onlar bayağı çoğaldılar, birleşerek bütün odayı sardılar.
Sapar:
- Üstünü çıkar - diye, kulağının dibinde titreyen sesi ile fısıldadığındaysa dili damağına yapışmış Yıldız nedense halsizce
" Hayır, hayır" diyerek titreyen elleriyle kürtesinin köşelerinden tuttu.
Tepesi atan Saparın nasihatçilerinden birisinin söýlediği " Dediğini yapmıyorsa, nazını çekme sakın. Suyuna gidersen, tepene çıkar sonra" dediği lafı aklına geldi.
O harika kürteyi sadece mükemmelliğine sinir oluyormuş gibi silkeleyerek Yıldızın başından çıkartıp, elinin tersiyle karanlık odanın bir köşesine attı. Sonra da halsiz, karşı koyamayan Yıldızın bileğinden kavrayıp, gücüne güvenip, titreyen gövdeyı halının üzerinden sürüklüyerek yatağa çekti. Yıldızın yerinden kalkmaya çalışmasıyla beraber Sapar gelinini arkadan bastırdı...
Hiç bir şey de olmadı. Yer de yarılmadı, gökyüzü de kopmadı, şimşekler çakarak, gök de gürüldemedi. Hiç bir şey olmadı. Sadece böyle durumda birisinin vazgeçilmezi, hiç bir şey ile kıyaslanamayacak kutsallık saydığı hazinesi yıldız kayarcasına bir kolaylıkla sim-siyah gecenin karanlığında kayboldu. Napacaksın, dunya herkese farklı şekilde aydınlanıyor işte. Burda çok da şaşılacak bir şey yok.
Az sonra ise taze damadın uyku sesleri duyulmaya başladı.
Eskisinden değişen, kalbı boşaltılan, yok edilmişe dönen Yıldız şimdiden kocası olan kişinin uyanmasından çekinerek epeyce vakıt donmuş gibi yattı. Sonunda zor ila başını kaldırdı. Soğuk ayazda kalmış gibi tir-tir titreyerek, yerinden kalkıp, karanlığın içersinde atılmış giysilerin arasından kendininkileri el yordamıyla bularak giydi. Odanın karanlık köşesinde eski bir bez parçası gibi dağılan kürtesini bulup, başına kapatarak, en karanlık köşeye geçip, iki büklüm olarak kıvrıldı. Kürtesinin köşeleriyle yüzünü kapadı.
Yer yüzü aynı odanın içi gibi karanlıkdı.Pencerelere kalın perdeler takılması yüzünden karanlık gökyüzünün yıldızları da gözükmüyordu. Gece yarısının olduğunu anlatmak için öten horozların sesinden başka hiç bir şey gecenin sakinliğini bozmuyordu. Odanın içerisinde çırıl-çıplak yatan adamın teni ışıldıyordu. Kocaman dünyanın yarısı aynı Sapar gibi uykudaydı. Yıldızın gözlerine ise uyku gelmiyordu.
Genç kız hayalleri, hayalini kurarak kavuşulmuş gelin olarak kendini görmek, tatlı hayat konusundaki tatlı umutlar, aşk hakkındaki, severek-sevilerek, biri-birini sayarak karı-koca olmak konusundaki keyifli düşünceler... bunların hepsi kendinin ağladığını bile hissetmeyen Yıldızın gözlerinden iki göz iki çeşme dökülüyordu.
Aynı salıncak ise daha da havalanıyordu. Salıncağın üzerindeki oğlan'sa usulca Yıldızın ellerinin üzerinden kendi elleriyle kavrayıp, gözlerine bakarak:
- Yıldız, ben senden hoşlanıyorum - diye fısıldıyordu. Yıldız'sa atarlanarak ellerini oğlanın elinden kaçırıyordu:
- Sen kime ne dediğini biliyormusun, aptal?! -diyerek, başını öne eğiyordu.
Salıncakdan indiklerinde yine ikisi göz-göze geliyor...
Oğlan ona yine eskisi gibi utanmaz bakıyor...
Yıldız şimdi anladı. Oğlanın bakışlarının utanmaz değil de, can acıtıcı olduğunu, o bakışlardakı anlamsız şeyin acı olduğunu tam da şimdi anladı.
Yıldız ağlıyordu. Çok önce hafif gelen gelin kürtesi ise öylesine ağırdı ki, kızcağazın narin gövdesini yer'le yeksan edecekmiş gibiydi.
Serdar Atayev.
"Karakum" dergisinin 1999 senesinin 11. sayısı.
Açılımlar:
Kürte - Gelin arabasına bindirilirken gelinin başını kapattıkları, arkası kalın, ağır, ince işlemeler ile süslenmiş, astarlı, önü püsküllü baş örtüsü.
Kuşak çözdürdü - türkmen düğünlerindeki törenlerden bir tanesi. Düğün gecesi gelin ile damat odaya çekilmeden önce gelinin damadın beline sıkı bağlanmış kuşağı çözmeye çalışması. Gelinin kuşağı çözmesi onun güçlü ve dayanıklı olduğu anlamına gelir.
Anıta çiçek bırakmak - bu da törenlerden bir tanesi. Gelini gelin arabası ile kız evinden alıp, damadın evine götürürlerken, her hangi bir tarihi mekana veya anıta çiçek bırakırlar, veyahut park vesaire gibi yerlerde resim çektirirler.
Kurban bayramındaki salıncak - türkmenler kurban bayramlarında köyün veya şehrin belirli yerlerinde kocaman salıncak kururlar. Bütün yerli halk oraya toplanıp, ayakta durarak salıncakda sallanırlar. Bunun günahları döktüğüne inanırlar.
Saçak - ekmek sarmak, yemek yenildiğinde kurmak vesaire amaçlar için kullanılan özellik'le dikilmiş kumaş parçası.
Töwir - Yemek yendikden sonra yemeğe saygı için yapılan dua.
O benim vazgeçilmezimdi... ama o beni anlamadı... ya da ben anlatamadım. Dünya herkese farklı şekilde aydınlanıyor işte. Allah ona pişman olmayı nasip etmez, inşallah. Ben'se... boşver... kalp var'sa aşk bulunur.
(Birisinin anlattıklarından)
Hepsi rüya gibi geçti, gitti. Çocukluk, okul yılları, on üçlü, on dörtlü yaşlarına gelmesiyle beraber bedeninde türeyen değişiklikler yüzünden oluşmuş bir-birinden yeni duygular, onların daha önce hissedilmemiş hazzı, bilinmezliği, ilk aşk olduğu düşünülen, düşünüle-düşünüle, onlarca defa tutuşan, her defasında da hayal kırıklığına ugradığı anda unutulan heveslerin abartıldığı günler.
Sanki, hepsi gerçek değilmiş de büyülü bir rüyanın parçasıymış gibi...
Evlerine görücü geldiğindeki heyecanı, oğlan'la ilk buluşmaları, onun kibarlığına kapılıp, evliliğe razı oluşu, bekleye-bekleye sonunda gelip çatan düğün. Hatda, onlar bile Yıldıza uykudayken görülmüş rüya gibi geliyordu. Güya nikah kıyılıp, kuşak çözüldükten sonra yeşil gelin kürtesinin altında yanındakı kadınlar ve kızların muhabbetini, bir-birlerine şakayla karışık laf atmalarını duymadan, kendi düşüncelerine kapılıp, iç heyecanını yenmeye çalışarak, kızarıp, titreyen gelin de kendisi değilmiş gibiydi. Tıpkı, kimseye gözükmeyen bir gölge kılığına girerek, Yıldız isimli bir kızın evlendirilişini, gelin oluşunu, yabancı bir yere ilk defa gelip, yabancı insanlari ilk defa görüp, yadırgayşını kendisi yaşıyormuşcasına kıyısından seyreder gibiydi.
Yıldız kendisinin gelin olduğuna, başına ta saçlarını rüzgara savrup, oradan oraya koşturduğu küçücük kizken hayalini kurduğu elde edilemeyecekmiş gibi gözüken, takıları şıngırdayan, gelin kürtesinin konulduğuna inanamıyordu. Bi de nedense o zamanlar küçük ve saf kıza mutluluğun zirvesiymiş gibi gözüken, diğer gelinlerde keyifle imrenme ve masumca çocuk kıskançlığıyla seyredilen güzel gelin kürtesi Yıldıza beklediği hazzı vermiyordu. Belki bu Yıldızın gerektiğinden fazla heyecan yapmasındandır ya da belki belirsiz, yeni hayatının eşiğinden sadece adım atıp, daha içerisine geçemeyip, dizlerinin bağı çözülerek, kendi duygularından yön-yöre bulamadığı içindir.
Yıldız duygularını anlamıyordu. O anlayacakdan fazla heyecanlıdı, eli ayağına dolaşıyordu.Yıldızın kalbinde nasildir bir üzüntü ile karışık neşe duygusu vardı. Ama bu duygu sevinç mi, tatmin olmak mı, kederli mutluluk mu Yıldız bilmiyordu.
Yıldız heyecandan başındaki kürtesinin ağırlığını bile hissetmiyordu. Kürte çok hafifdi. Yoksa, dışardan bakıldığında, ince işlenmiş, astarlı kürtenin epeyce ağırlığı varmış gibiydi.
Yıldızın etrafına kümelenmiş kadınlar, kızlar bir-birinin konuşmasına müsade etmeden " Kız da Kız " diye, şakalaşarak evi havaya uçuracak gibiydiler. Onların keyiflerinin yerinde olduğu seslerinden anlaşılıyordu. Demin bitip, mahellesi dağılan düğünün coşkulu etkisi daha kadınların ve kızların iliklerinden çıkmamıştı. Birazdan düğünün etkisi dağılmaya başlar, sonra da düğünün sorunsuz geçmesi için bir-iki gündür yarım-yamalak uyku ile rahatca oturarak yeyip-içmeden, iki yana koşturarak yapılan yardımın yorgun-argınlığı bedenleri ele geçirip, neşeden ötrü gerildiği için yorgunluğu hissetmeyen damarları gevşetir ve uykuyla kuşatır... Ama şimdi ise maddenin etkisine yakın düğünün etkisi, gücünü kaybetmemişti, sırf bu yüzden kadınlar ve kızlar işlemeleri ışıldayan kürtenin altında nazlanarak oturan Yıldızın yanında beş çayı muhabbeti yapıyordular. Onların muhabbetini dinlemeyen Yıldız başını kaldırmaya dahi utanıp, aynı oturuşunu değiştirmeden, başını öne eğerek kamburlu oturuyordu.
Yıldız vakti-zamanı tahmin etmeye çalışıyordu. Kuşak çözdürüldüğünde Yıldız birisinin kabaca erkek sesiyle " Saat daha ikiyi on geçiyor" diyerek, başka birisinin sorusuna cevap verdiğini duymuştu.
Ama Yıldıza ondan beri bütün sonsuzluk geçmiş gibi geliyordu. Birden ise vakit asla kımıldamayıp, kuşak çözülerek eve buyur edildiğinden beri bozuk saatin dili gibi donup kalmışa benziyordu. Etrafındakı kadınların duymasından çekindiği için kendisine sokularak oturan on dörtlerindeki kızdan " Vakıt kaç, acaba?" diye sormaya utanıyordu. Gerçeği, o kızın sadece kendisi yanında ise Yıldız utanmazdı da. Çünki, Yıldız onun artık kendi baldızı, Saparın kız kardeşi Ayşat olduğunu biliyordu. Ah, ama, bu kadınlar var, her birisi de farklı bir şey düşünür, birisi " Akşamı bekliyor, galiba, zavallı" der, yine birisi bir şey der, üçüncü birisi ise kendince " Niye acele ediyorsun, hasbam, kocanın koynu kaçmıyor ya" diye azarlar.
Sapar dedi de, aklına geldi. Yıldız Saparın suretini hayalinde canlandırmaya çabaladı. Ama beceremedi. Saparın isminden başka hiç bir şey Yıldızın aklına gelmedi. Saparın sadece Sapar adı ile onun kendine kibar geldiği Yıldızın aklında kalmış.
Yıldız Saparın resmini değil de kendisini bir defaya mahsus buluştuklarında görmüştü. O zaman bile kisa süre sonra doğru-düzgün konuşamadan vedalaşmıştılar. Onların o buluşmalarının devamlılığı iki saate bile yetmemişti. Bu gün ise gelin arabasında otururken de, köy muhtarının odasında nikah defterini imzalarken de, Mahtymkuli babanı anıtına çiçek bırakırken de, sonra kuşak çözdürüldüğünde de Yıldız tek sefer bile Saparın yüzüne bakamamıştı...
Birden muhabbet şap diye kesildi. Yıldız etrafının boşaldıgını şimdi hissetti. O kızların nasıl çıktığını da, ne zaman çıktığını da anlamamıştı. Saparın yengelerinin bir tanesinin omzunu hafifce okşayarak, teselli ettiğini de, nasihat verdiğini de duymamıştı. Hatda, sofra kurulup, sofranın üzerinin türlü yiyecek-içecekler ile donaltıldığını da hissetmemişti. Belki, hissetmiştir de, görürse görmüştür de, ama heyecandan, endişeden ötrü dikkat etmemiştir.
Bu olanlardan Yıldız karanlığın bastığı çıkarımına vardı. Kızın gövdesine endişeli sarsıntı geldi. Nedendir titremeye başladı. Korku mu, endişe mi, belirsiz bir şeyin eşiğinde durduğu için merak duygusu mu, yani,genel olarak bir süri değişik duygular iç-içine girmiş, kızların hayatında sadece tek sefer hissedeceği duygusu Yıldızı ayak tırnaklarından saç uçlarına kadar doldurdu...
Önceleri genç kızlık dönemlerinde gizemli bulmaca gibi gelen kapının ardında damat ile gelnin arasında neler olup-bittiği Yıldız için büyük bir merak konusuydu. Her defasında da hava karararak, kürtenin altında nazlı-nazlı oturan gelnin yanından gitme zamanı geldiğinde Yıldız kapıdan çıkarken gelne, çiçeği burnunda çiftin odasına heves'le dolmuş meraklı bakışlarını çevirirdi.
Işte şimdi ise Yıldızın kendisi o heves'le dolmuş meraklı bakışların atıldığı bulmaca gibi odanın içinde, ergen kız gözlerini heves'le kısa süre kendisine hapseden güzel gelin kürtesinin altında nazlanan gelin olarak oturuyor. Ama neden'se Yıldızın kafasında şu an hiç heves yoktu. Gerçeği, heves vardı, ama bedenin damarlarında kaynayan taze kanın sım-sıcak hevesini heyecanlı kafa hissetmiyordu. Daha büyük bir badireyi de, badireden sonra, mükemmel gelen sevinci de hissetmemiş toy kız kafası kendi heyecanı ile meşgüldü.
Aniden Yıldızın heyecanlı, yönünü kaybetmiş, birisi birisini tutmayan düşünceleri kaybolarak, onların yerine üzerinden üç-dört sene geçmiş olayın rüyaya dönüşmüş anısı belirdi. Bu başına buyruk hafızanın işiydi. O bir kere daha hiç lüzumu yokken, kendisinin akla ve vücuda boyun eğmediğini gösteriyordu. Hafızaya sonuna kadar sadık, akla ve vücuda hain gözler ise kapaklarını eğerek, el emeği, göz nuru halı işlemelerinde aynı geçmiş kurban bayramını görüyordular.
Büyük salıncak gök yüzüne değercesine havalanıyordu. Salıncağın üzerindeki üç tane kızın giysilerine dolanan asi rüzgar kendi hızı ile gurur duyuyormuş gibi, kızların ince giysilerini bayrak yapıp, biraz havalandırarak kendi başına geçip gidiyordu. Göz açıp kapayası süre içinde tekrar dönüp, eski hareketlerini tekrar ediyordu. Salıncağın üzerindeki kızlar Yıldız ile iki tane arkadaşıydı. Onların dışında salıncakda bir tane oğlan daha vardı. O Yıldızın önünde duruyordu.
Yıldızın arkadaşlarının korkmaya başladıkları tartışılmazdı, salıncak her yükseldiğinde onların yüzleri bem-beyaz kesilirdi. Onlar salıncağı havalandırmayı çoktan bırakmıştılar. Yıldız ile oğlan ise kızların " Yeter ya!" demelerine, salıncağın iplerinin gevşemesine ve altdakilerin rahatsızdan gelen sinirli bağırışmalarına aldırış etmeden havalanmayı sürdürüyordular. Yıldız salıncak her kalkıp indiğinde kalbinde tatlı içe çekilme ve bütün vücudunu kaplayan anlamsız mutluluğu hissediyordu. Oğlanın manasızlıkla dolu, biraz ketum, çekirdek tanesi kadar bile oyunsuz bakan gözleri Yıldızın suratını, bakışlarını, elleriyle ipi tutmasını, genel olarak her şeyini açgözlülük ile seyrediyordular. Onun gözleri içini delercesine utanmazdı. Onlar sanki Yıldızın bütün duygularını, düşüncelerini biliyormuş gibiydi. Yıldız oğlanın bakışlarını beğenmiyordu. Onun neden böyle baktığını anlamıyordu. Kendini bildi bileli daha kimse ona öyle bakmamıştı, kimse...
Kapının arkasında duyulan gürültü, kahkaha sesleri Yıldızı kendine getirdi. Tam o sırada da odanın kapısı şak diye açıldı. Içkili oldukları anlaşılan erkekler Saparı havada taşıyarak odaya getirip, Yıldızın yanına oturtdular. Saparın agzı da hafif içki kokuyordu. Cesaret için bir kaç kadeh götürmüş olabilir.
Odanın içini sigara ve içki kokusu sardı. Onlar kızların odaya bol-bol sıktıkları parfüm kokusunu bastırdı. Arkadaşları fazla kalmadılar. Her biri Saparın omuzlarına vurup, bir şeyler söyleyerek odadan çıkmaya başladılar.
- Bak, Saparcığım, pes etme!
- Yengemiz Akdaşayakdandır, Akdaşayaklı kızlar güçlü olurlar, birden çay getirtmesin sana.
- Biz gidiyorus ama, “Saparcığımız” olduğunu unutma sakın.
Arkadaşları çekip gittikten sonra Sapar Yıldızın yanından kalkıp üzerinde çeşitli şişeler, kavrulmuş ciğer bulunan sofranın başına geçti, bağdaş kurarak sahiplenici bir tavır’la oturdu.
- Şimdi niye oturuyorsun, geçsene sofraya - dediğinde Saparın sesinin tonunda patronluk taslama hissedildi. Saparın aklında "Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz" ,"Arsıza yüz verirsen astarını da ister" gibi akıllı insanların söylediği atasözleri dolaşıyordu. Az önce aldığı alköl ise onun daha da gaza gelmesine yol açmıştı. Ayrıca o kendi beceriksizliğinin, heyecanının üstünü sinirli cesaret gösterisi ile bastırmaya çalışıyordu.
Alköl ile sigaranın kokusunu alır almaz sabahtan beri ağzına hiç bir şey sürmemiş, üstüne üstlük kürtenin altında iki büklüm oturan Yıldızın midesi bulandı. Deminden beri içini saran heyecan bir yerlere kayboldu, onun yerine ise can sıkıntısı geldi.
Saparın daveti Yıldızın kafasını karıştırdı. Kalkıp sofranın başına geçmeye utanıyordu, kıpırdamadan oturmaya ise Sapardan çekiniyordu. Iki ateşin ortasında kalan Yıldız ne yapacağını bilemeden, hafif kımıldanarak kürtesini daha alta çekip oturdu.
Gelninin dediğini yapmamasına Saparın alkölden ve akranlarının sözlerinden gaza gelmiş kafası attı. Saparın:
- Ne oldu, lan, duymuyormusun? - diye haykırmasına Yıldızın ödü koptu. Yıldız titremesinden ötri nasıl kalkıp sofraya geçtiğini bile hissetmedi. Yıldız yerinden kalktığında da kalbinde az önceki heyecanlı duyguların birazı vardı, ama iki adım öteye gidip, sofraya geçtiğinde ise Yıldızın kalbinde aynı yeni gelnin aynı tatlı heyecanından hiç bir şey kalmamıştı. Onun yerine kocaman boşluk oluştu...
Sofranın başında da Yıldız eskisi gibi iki büklüm oturdu. Kendisi ekmekten bir dilim alan Sapar ise ekmeği saçağın üzerine bırakarak:
- Başındakını çıkartsana be, sergidemi zannediyorsun kendini - dedi.
Ama Yıldız onu duymuyormuş gibiydi. Onun bu haline kafası atan Sapar sinir ile yemek yenen çatalı eline alıp, yattığı yerden aniden kalkarak sinirli fısıldadı.
- Çıkart dedimmi çıkartacaksın. Ne o, bana karşı gelmeye mi çalışıyorsun? Hadi, çabuk ol, ekmeği al, burda kimse senin nazını çekmez.
Yıldızı aniden endişe bastı. Saparın halinden ötrü kendini boğuluyormuş gibi hissetti. Içi daralarak, dört divar üstüne-üstüne geliyormuş gibi hisseden Yıldız neredeyse ağlayacaktı. Kendini zor bastıran Yıldız kürtesini çıkartıp, kıvırarak yanında koydu. Sonra da bu gün fırından çıktığı su götürmez olan yumuşacık ekmeğin kenarından bir dilim aldı. Ekmeği ağzına götürmesine götürdü ama içini saran çaresiz derde düşmüş insan hissinden ötrü bir dilim taze ekmek neredeyse Yıldızın boğazında kalacaktı, çiyneye-çiyneye zor yuttu.
Her ne kadar bastırmaya çalışsa da Yıldızın kalbi acıyordu. O koşturarak dışarı çıkmak, sonra ise bir zamanlar yaramaz çocukken yaptığı gibi kollarını kanat gibi açıp, gücünün yetdiğince eve, anne-babasının, kardeşlerinin yanına gitmek istiyordu. Bu oda Yıldızı sıkıyordu, neredeyse param-parça edecekti. Acıyan kalp sadece Yıldızın gövdesine, bu odaya değil, karanlık ile kaplanmış yer yüzüne sığmayıp, küçülüp-küçülüp noktaya dönmüş kursakda iki yana koşturarak, havalanıyordu, aydınlık arıyordu.
Aydınlığa çıkmak için çıkmaz sokağa dönüşmüş kursağı dövünerek yarmaya çalışıyordu.
Sapar ise acele etmeden yemeğini bitirip, töwir yaptı. Yerinden kalkarak Yıldıza göz ucuyla bile bakmadan odadan çıktı. O çıkar çıkmaz Yıldız kürtesini başına kapatıp, köşeye baktı.
Kürteyı başına kapatması ile beraber, Yıldız azıcık da olsa ferahladı. Kalbi de acımasını bıraktı.
Sevgi ile, kocaman hayaller ile, iyi niyetler ile süsleyerek dikilmiş gelin kürtesinin hafif ağırlığı ve ışıldayan işlemeleri Yıldıza yardım ederek narin kalpten hayal kırıklığını, endişeyi kovar gibiydi.
Biraz sonra odaya Saparın yengesi geldi. Hafif gülümseyen kadın odaya girip, önce sofrayı topladı, sonra da acele etmeden içeriye yatak yaparak, yorgan ile iki tane yastık bıraktı. Aniden bir şey aklına gelerek yeni ve bem-beyaz çarşafı üzerine serdi. Sonra iki büklüm oturan Yıldızın omuzlarına vurup, bir şeyler söyleyerek odadan çıktı. Ama Yıldız o kadın kendisine teselli mi verdi, nasihat mi etti, anlayamadı.
Sapar odaya girip ışığı kapadıkdan sonra ise Yıldızı öylesine bir titreme sardı kı, eli ayağı bir-birine dolaştı. Yıldızın halsizliği tutarak, başı dönmeye başladı. Sapar ensesinden gelerek kendisine dokunduğu zaman Yıldız neredeyse ittirilerek öteye kayacaktı. Ama halsiz olduğu için yerinden kıpırdayamadı bile.
Yıldız bayılmaya çok yaklaştı. Odayı kuşatan karanlığın içerisinde ateşli halkalar gözükmeye başladı. Onlar bayağı çoğaldılar, birleşerek bütün odayı sardılar.
Sapar:
- Üstünü çıkar - diye, kulağının dibinde titreyen sesi ile fısıldadığındaysa dili damağına yapışmış Yıldız nedense halsizce
" Hayır, hayır" diyerek titreyen elleriyle kürtesinin köşelerinden tuttu.
Tepesi atan Saparın nasihatçilerinden birisinin söýlediği " Dediğini yapmıyorsa, nazını çekme sakın. Suyuna gidersen, tepene çıkar sonra" dediği lafı aklına geldi.
O harika kürteyi sadece mükemmelliğine sinir oluyormuş gibi silkeleyerek Yıldızın başından çıkartıp, elinin tersiyle karanlık odanın bir köşesine attı. Sonra da halsiz, karşı koyamayan Yıldızın bileğinden kavrayıp, gücüne güvenip, titreyen gövdeyı halının üzerinden sürüklüyerek yatağa çekti. Yıldızın yerinden kalkmaya çalışmasıyla beraber Sapar gelinini arkadan bastırdı...
Hiç bir şey de olmadı. Yer de yarılmadı, gökyüzü de kopmadı, şimşekler çakarak, gök de gürüldemedi. Hiç bir şey olmadı. Sadece böyle durumda birisinin vazgeçilmezi, hiç bir şey ile kıyaslanamayacak kutsallık saydığı hazinesi yıldız kayarcasına bir kolaylıkla sim-siyah gecenin karanlığında kayboldu. Napacaksın, dunya herkese farklı şekilde aydınlanıyor işte. Burda çok da şaşılacak bir şey yok.
Az sonra ise taze damadın uyku sesleri duyulmaya başladı.
Eskisinden değişen, kalbı boşaltılan, yok edilmişe dönen Yıldız şimdiden kocası olan kişinin uyanmasından çekinerek epeyce vakıt donmuş gibi yattı. Sonunda zor ila başını kaldırdı. Soğuk ayazda kalmış gibi tir-tir titreyerek, yerinden kalkıp, karanlığın içersinde atılmış giysilerin arasından kendininkileri el yordamıyla bularak giydi. Odanın karanlık köşesinde eski bir bez parçası gibi dağılan kürtesini bulup, başına kapatarak, en karanlık köşeye geçip, iki büklüm olarak kıvrıldı. Kürtesinin köşeleriyle yüzünü kapadı.
Yer yüzü aynı odanın içi gibi karanlıkdı.Pencerelere kalın perdeler takılması yüzünden karanlık gökyüzünün yıldızları da gözükmüyordu. Gece yarısının olduğunu anlatmak için öten horozların sesinden başka hiç bir şey gecenin sakinliğini bozmuyordu. Odanın içerisinde çırıl-çıplak yatan adamın teni ışıldıyordu. Kocaman dünyanın yarısı aynı Sapar gibi uykudaydı. Yıldızın gözlerine ise uyku gelmiyordu.
Genç kız hayalleri, hayalini kurarak kavuşulmuş gelin olarak kendini görmek, tatlı hayat konusundaki tatlı umutlar, aşk hakkındaki, severek-sevilerek, biri-birini sayarak karı-koca olmak konusundaki keyifli düşünceler... bunların hepsi kendinin ağladığını bile hissetmeyen Yıldızın gözlerinden iki göz iki çeşme dökülüyordu.
Aynı salıncak ise daha da havalanıyordu. Salıncağın üzerindeki oğlan'sa usulca Yıldızın ellerinin üzerinden kendi elleriyle kavrayıp, gözlerine bakarak:
- Yıldız, ben senden hoşlanıyorum - diye fısıldıyordu. Yıldız'sa atarlanarak ellerini oğlanın elinden kaçırıyordu:
- Sen kime ne dediğini biliyormusun, aptal?! -diyerek, başını öne eğiyordu.
Salıncakdan indiklerinde yine ikisi göz-göze geliyor...
Oğlan ona yine eskisi gibi utanmaz bakıyor...
Yıldız şimdi anladı. Oğlanın bakışlarının utanmaz değil de, can acıtıcı olduğunu, o bakışlardakı anlamsız şeyin acı olduğunu tam da şimdi anladı.
Yıldız ağlıyordu. Çok önce hafif gelen gelin kürtesi ise öylesine ağırdı ki, kızcağazın narin gövdesini yer'le yeksan edecekmiş gibiydi.
Serdar Atayev.
"Karakum" dergisinin 1999 senesinin 11. sayısı.
Açılımlar:
Kürte - Gelin arabasına bindirilirken gelinin başını kapattıkları, arkası kalın, ağır, ince işlemeler ile süslenmiş, astarlı, önü püsküllü baş örtüsü.
Kuşak çözdürdü - türkmen düğünlerindeki törenlerden bir tanesi. Düğün gecesi gelin ile damat odaya çekilmeden önce gelinin damadın beline sıkı bağlanmış kuşağı çözmeye çalışması. Gelinin kuşağı çözmesi onun güçlü ve dayanıklı olduğu anlamına gelir.
Anıta çiçek bırakmak - bu da törenlerden bir tanesi. Gelini gelin arabası ile kız evinden alıp, damadın evine götürürlerken, her hangi bir tarihi mekana veya anıta çiçek bırakırlar, veyahut park vesaire gibi yerlerde resim çektirirler.
Kurban bayramındaki salıncak - türkmenler kurban bayramlarında köyün veya şehrin belirli yerlerinde kocaman salıncak kururlar. Bütün yerli halk oraya toplanıp, ayakta durarak salıncakda sallanırlar. Bunun günahları döktüğüne inanırlar.
Saçak - ekmek sarmak, yemek yenildiğinde kurmak vesaire amaçlar için kullanılan özellik'le dikilmiş kumaş parçası.
Töwir - Yemek yendikden sonra yemeğe saygı için yapılan dua.
47комментариев
Чтобы оставить комментарий, необходимо на сайте.