Beynin gizli hayatı/Mütiş sihir 3-nji bölüm
Ülkenin gıda kaynaklarıyla ilgili
ayrıntılar da (sözgelimi ineklerin nasıl beslendiği ya da kaçının et olarak
tüketildiği) kesinlikle bilmek isteyeceğiniz şeylerden değil; sizin bilmek
istediğiniz, ülkenizde deli dana hastalığının artış gösterip göstermediği. Çöplerin
nasıl üretildiği ya da toplandığı değil, arka bahçenize atılıp atılmayacağı
ilgilendiriyor sizi. Yine fabrikaların şebekesi ve altyapısını değil, işçilerin greve
gidip gitmeyeceğini bilmek istiyorsunuz. Gazete, size işte bunu sağlıyor.
Bilinçli zihniniz aslında bu gazetenin ta kendisi. Beyniniz de çeşitli
faaliyetlerle gece gündüz vızır vızır işler ve tıpkı ülke benzetmesinde olduğu
gibi, neredeyse her şey bölgesel olarak gerçekleşir: Küçük gruplar sürekli olarak
kararlar alır ve diğer gruplara mesajlar gönderir. Bu küçük etkileşimlerden daha
büyük koalisyonlar ortaya çıkar. Zihinsel bir “manşet” okuduğunuzda, önemli
olan eylem çoktan gerçekleşmiş, pazarlık tamamlanmıştır bile. Sahne arkasında
olanlara erişiminiz ise şaşırtıcı ölçüde kısıtlıdır. “Siyasi” hareketler tam destek
almış ve siz herhangi bir duyum alana, sezgilerinizle varlığını hissedene ya da
anlık bir düşünce oluşturana kadar, çoktan durdurulamaz hale gelmiştir. Son
duyan sizsinizdir hep.
Gerçi siz de az buz tuhaf bir gazete okuru sayılmazsınız. Başlığı okur ve sanki
sizden çıkmış gibi söz konusu düşünceden kendinize pay çıkarırsınız. Neşeyle
“Aklıma bir şey geldi!” diye böbürlendiğinizde beyniniz aslında muazzam bir iş
çıkarmış ve bu deha anınıza hazırlamıştır oysa sizi. Sahne arkasından çıkarıp da
ortaya sunduğunuz bir bilgi, nöral devrelerinizin bu bilgi üzerine saatler, günler,
belki de yıllar öncesinden başladığı çalışmanın, onu pekiştirip sürekli olarak
denediği yeni kombinasyonların ürünüdür. Ancak siz, sahne arkasında gizlenmiş
bu muazzam düzeneğin üzerinde bile durmadan, sonucu rahatlıkla kendinize
yontarsınız.
Ama bunun için sizi kim suçlayabilir ki? Beyin işlerini gizlilik içinde halleder
ve fikirleri müthiş birer sihir ürünüymüş gibi sunar size. Bu devasa operasyon
sisteminin bilinç ve biliş tarafından eşilip deşilmesine izin vermez. Beyin
gösterisini kılık değiştirerek –“incognito”– icra eder.
Öyleyse büyük bir fikir için alkışı hak eden tam olarak kimdir? 1862’de
İskoçyalı matematikçi James Clerk Maxwell elektrik ve manyetizmayı
birleştiren bir grup temel denklem geliştirdi. Ölüm döşeğindeki tuhaf
sayılabilecek itirafı ise, bu meşhur denklemleri keşfedenin kendisi değil,
“içindeki bir şey” olduğu yolundaydı; basitçe “gelivermişlerdi” kendisine.
William Blake de benzeri bir deneyim aktarmış ve uzun öyküsel şiiri Milton için
şöyle bir ifade kullanmıştı: “Bu şiiri anlık dikte yoluyla, herhangi bir öndüşünme süreci yaşamadan, hatta neredeyse iradem dışında, bir seferde bazen on
iki, bazen yirmi mısra yazarak ortaya çıkardım. Johann Wolfgang von Goethe ise
kısa romanı Genç Werther’in Acıları’nı pratikte herhangi bir bilinçli girdi
olmaksızın, sanki kendiliğinden hareket eden bir kalemi tutarcasına yazdığını
iddia etmişti.
İngiliz şair Samuel Taylor Coleridge’i de atlamayalım bu arada. Diş ağrıları ve
yüzündeki nevralji için 1796’da kullanmaya başladığı afyona kısa süre sonra geri
dönüşsüz bir bağımlılık geliştiren şair, haftada iki litreye varan miktarda afyon
ruhu çeker hale gelmişti. Egzotik ve düşsel imgeleriyle “Kubla Khan” (“Kubilay
Han”) şiiri, kendisinin “bir tür düş” olarak betimlediği bir afyon sarhoşluğu
içindeyken yazılmıştı. Afyon, onun için bilinçaltının nöral devrelerini uyaracak
bir araç haline gelmişti. Kubilay Han’ın güzellik dolu dizelerinden ötürü
Coleridge’i takdir etmemizin nedeni, bu dizelerin başkasının değil de onun
beyninden çıkmış olması değil midir? Ancak şair o sözcükleri ayıkken
yakalayamadığına göre, şiir için övgüyü hak eden tam olarak kimdir aslında?
Carl Jung’un ifadesiyle, “her birimizin içinde, tanımadığımız biri daha vardır.”
Pink Floyd’un ifadesiyle de “kafamın içinde biri var, ama o ben değilim.”
ayrıntılar da (sözgelimi ineklerin nasıl beslendiği ya da kaçının et olarak
tüketildiği) kesinlikle bilmek isteyeceğiniz şeylerden değil; sizin bilmek
istediğiniz, ülkenizde deli dana hastalığının artış gösterip göstermediği. Çöplerin
nasıl üretildiği ya da toplandığı değil, arka bahçenize atılıp atılmayacağı
ilgilendiriyor sizi. Yine fabrikaların şebekesi ve altyapısını değil, işçilerin greve
gidip gitmeyeceğini bilmek istiyorsunuz. Gazete, size işte bunu sağlıyor.
Bilinçli zihniniz aslında bu gazetenin ta kendisi. Beyniniz de çeşitli
faaliyetlerle gece gündüz vızır vızır işler ve tıpkı ülke benzetmesinde olduğu
gibi, neredeyse her şey bölgesel olarak gerçekleşir: Küçük gruplar sürekli olarak
kararlar alır ve diğer gruplara mesajlar gönderir. Bu küçük etkileşimlerden daha
büyük koalisyonlar ortaya çıkar. Zihinsel bir “manşet” okuduğunuzda, önemli
olan eylem çoktan gerçekleşmiş, pazarlık tamamlanmıştır bile. Sahne arkasında
olanlara erişiminiz ise şaşırtıcı ölçüde kısıtlıdır. “Siyasi” hareketler tam destek
almış ve siz herhangi bir duyum alana, sezgilerinizle varlığını hissedene ya da
anlık bir düşünce oluşturana kadar, çoktan durdurulamaz hale gelmiştir. Son
duyan sizsinizdir hep.
Gerçi siz de az buz tuhaf bir gazete okuru sayılmazsınız. Başlığı okur ve sanki
sizden çıkmış gibi söz konusu düşünceden kendinize pay çıkarırsınız. Neşeyle
“Aklıma bir şey geldi!” diye böbürlendiğinizde beyniniz aslında muazzam bir iş
çıkarmış ve bu deha anınıza hazırlamıştır oysa sizi. Sahne arkasından çıkarıp da
ortaya sunduğunuz bir bilgi, nöral devrelerinizin bu bilgi üzerine saatler, günler,
belki de yıllar öncesinden başladığı çalışmanın, onu pekiştirip sürekli olarak
denediği yeni kombinasyonların ürünüdür. Ancak siz, sahne arkasında gizlenmiş
bu muazzam düzeneğin üzerinde bile durmadan, sonucu rahatlıkla kendinize
yontarsınız.
Ama bunun için sizi kim suçlayabilir ki? Beyin işlerini gizlilik içinde halleder
ve fikirleri müthiş birer sihir ürünüymüş gibi sunar size. Bu devasa operasyon
sisteminin bilinç ve biliş tarafından eşilip deşilmesine izin vermez. Beyin
gösterisini kılık değiştirerek –“incognito”– icra eder.
Öyleyse büyük bir fikir için alkışı hak eden tam olarak kimdir? 1862’de
İskoçyalı matematikçi James Clerk Maxwell elektrik ve manyetizmayı
birleştiren bir grup temel denklem geliştirdi. Ölüm döşeğindeki tuhaf
sayılabilecek itirafı ise, bu meşhur denklemleri keşfedenin kendisi değil,
“içindeki bir şey” olduğu yolundaydı; basitçe “gelivermişlerdi” kendisine.
William Blake de benzeri bir deneyim aktarmış ve uzun öyküsel şiiri Milton için
şöyle bir ifade kullanmıştı: “Bu şiiri anlık dikte yoluyla, herhangi bir öndüşünme süreci yaşamadan, hatta neredeyse iradem dışında, bir seferde bazen on
iki, bazen yirmi mısra yazarak ortaya çıkardım. Johann Wolfgang von Goethe ise
kısa romanı Genç Werther’in Acıları’nı pratikte herhangi bir bilinçli girdi
olmaksızın, sanki kendiliğinden hareket eden bir kalemi tutarcasına yazdığını
iddia etmişti.
İngiliz şair Samuel Taylor Coleridge’i de atlamayalım bu arada. Diş ağrıları ve
yüzündeki nevralji için 1796’da kullanmaya başladığı afyona kısa süre sonra geri
dönüşsüz bir bağımlılık geliştiren şair, haftada iki litreye varan miktarda afyon
ruhu çeker hale gelmişti. Egzotik ve düşsel imgeleriyle “Kubla Khan” (“Kubilay
Han”) şiiri, kendisinin “bir tür düş” olarak betimlediği bir afyon sarhoşluğu
içindeyken yazılmıştı. Afyon, onun için bilinçaltının nöral devrelerini uyaracak
bir araç haline gelmişti. Kubilay Han’ın güzellik dolu dizelerinden ötürü
Coleridge’i takdir etmemizin nedeni, bu dizelerin başkasının değil de onun
beyninden çıkmış olması değil midir? Ancak şair o sözcükleri ayıkken
yakalayamadığına göre, şiir için övgüyü hak eden tam olarak kimdir aslında?
Carl Jung’un ifadesiyle, “her birimizin içinde, tanımadığımız biri daha vardır.”
Pink Floyd’un ifadesiyle de “kafamın içinde biri var, ama o ben değilim.”
Комментариев нет
Чтобы оставить комментарий, необходимо на сайте.