Kuyruk acısı
Geçmiş zamanların birinde oduncunun biri ormanda kış için odun hazırlarken, yakınlarda bulunan çalıdan gelen sesle irkilmiş. Baltasını sıkı sıkıya tutarak çalılara yaklaşmış ve orada kıvrılmış bir yılan görmüş. Oduncu elindeki baltayı kaldırarak nefret ettiği yılanın başına indirmeyi düşünürken yılanın ona baktığını görmüş. Yılanın oduncunun gözlerine bakışı o kadar içten ve mahzunmuş ki oduncu çok etkilenmiş. Elindeki baltayı, tedbiri de elden bırakmamak için usulca hemen yanına bırakmış.
Yılanın da bir canının, onun da yavrularının olduğu düşüncesiyle yılanı öldürmekte tereddüde düşmüş. Oduncu, bir yandan acıma hissiyle baktığı yılandan çekinmiyor da değilmiş. Ama onun da yuvasında yavruları olabileceğini, yuvada yiyecek beklerken anasız kalmalarının onları nasıl da perişan edeceğini düşünerek korku ve nefretini bir yana bırakarak yılanın canını bağışlamaya karar vermiş. Meğerse oduncunun karşısındaki aslında yılanların kralıymış.
Yılanın konuşmasına şaşıran oduncu bir yandan yılana küçümser gözlerle bakarken bir yandan da yılana “Büyük de olsan sen bir aciz hayvansın, beni ödüllendirebilmen nasıl mümkün olur?” diye sormaktan da kendini alamamış. Yılan; “Beni burada biraz beklersen görürsün” diyerek oduncunun daha önce görmediği deliğine dalarak ortadan kaybolmuş.
Oduncu merak ve şaşkınlıkla kalakalmış. Çok geçmeden yılan deliğinden çıkmış. Ağzında çil çil bir altın tutuyormuş. Altını oduncunun önüne bırakarak altının oduncunun olduğunu söylemiş. Yılan daha sonra: “Ne zaman ihtiyacın olursa benim yuvam olan bu kuyunun başına gel ve bana seslen, ben geldim, dostun oduncuyum ben, ortaya çık da altınımı ver bana” diye bana buradan seslen” demiş.
Oduncu şaşkın şaşkın bir elindeki altına bir yılana bakarken yılan tekrar yuvasına dönmüş. Oduncu da; “Vardır bu işte de bir hikmet “diyerek sevinçle şehrin yolunu tutmuş. Altını kuyumcuya verip karşılığında yüklüce bir para almış. Fakir oduncu, evine eli yiyeceklerle dolu olarak dönmüş. Ama parayı nereden bulduğunu, ormanda yaşadıklarını karısı dahil hiç kimseye anlatmamış. O günden sonra ne zaman para ihtiyacı olsa yılanın yuvasının önüne gidip altınını alıyormuş. Oduncunun evi bolluk ve bereketle doluyormuş.
Böylece hayat sürüp giderken oduncu bir gün hastalanmış. Hastalanınca da ne odun kesmek için ne de kuyunun başına gidip yılandan altın almak için dermanı kalmamış. Bu nedenle oduncunun evini eskisinden daha beter bir yoksulluk almış. Neredeyse yiyecek bir kuru lokmalık ekmekleri yokmuş. Çaresiz kalan oduncu oğlunu yanına çağırarak sırrını açmak zorunda kalmış. Sonra da oğluna ormandaki yılanın yuvasının yerini tarif ederek; “Kuyunun başına git ve yılana ben oduncunun oğluyum, babam hasta, altını ben almaya geldim de. Sana vereceği altını şehre gidip bozdur. Evin ihtiyaçlarını pazardan al gel.” demiş.
Oduncunun oğlu duyduklarına çok şaşırmış. Babasının hastalığın etkisiyle konuştuğunu düşünse de hem onu kırmamak için hem de doğru olma ihtimalini düşünerek ormana gitmiş ve yılanın yuvası olan kör kuyuyu bulmuş. Babasının söylediği gibi yılana seslenerek beklemeye başlamış. Biraz sonra yılan ağzında bir altınla gelivermiş. Oduncunun oğlu bir yandan şaşırmış öte yandan kuyudaki altınların hepsine sahip olma düşüncesiyle yılanı öldürmeye karar vermiş.
Elindeki baltayı yılanın kafasına doğru savurmuş. Yılan, durumu fark ederek can havliyle hareket ederek canını son anda kurtarmışsa da balta kuyruğundan bir kısmını koparmış Bunun üzerine yılan çocuğun bacağından ısırıvermiş.
Çocuk, zehirlenerek oracıkta can vermiş. Evde geciken oğlunu bekleyen oduncunun yüreğine bir sızı düşmüş. Oğlu uzun süre gelmeyince komşularından oğlunu aramalarını istemiş. Olup bitenlerden bahsetmeden kuyuyu onlara da tarif etmiş. Komşuları, delikanlıyı kuyunun başında ölmüş olarak bulmuşlar.
Oğlunu defneden oduncunun hastalığına bir de evlat acısı eklenmiş. Bir müddet sonra iyileşen oduncunun acısı da küllenmiş. Oğlunun ölüm sebebini bilmeyen oduncu parası da kalmadığından iyileşince hemen kuyunun yolunu tutmuş. Kuyunun başına gidip yılanın söylediği gibi seslenmiş. Yılan oduncuyu her zamankinden daha çok bekletmişse de sonunda dışarı çıkmış. Ama bu sefer ağzında altın yokmuş. Yılanın kuyruğun hemen oduncunun dikkatini çekmiş ve yılana ne olduğunu sormuş. Yılan tüm olanları anlatmış.
Oduncu oğlunun hatasını anlamış. Oğlunun çok büyük bir hata yaptığını ve bunun bedelini ödediğini, bunun için yılanı suçlayamayacağını eski dost olduklarını ve kendisinin bu dostluğu devam ettirmek istediğini söylemiş.
Yılan; “Ben de senin dostluğundan memnundum. Senin dostluğunu elbette kaybetmek istemem. Lakin bu dostluğun devamı artık imkânsız” demiş oduncuya ve eklemiş: “Ben bu kuyruk acısını sen de içinde evladın yokluğunun sancısını çekerken biz dost olarak kalamayız.”
Yılanın da bir canının, onun da yavrularının olduğu düşüncesiyle yılanı öldürmekte tereddüde düşmüş. Oduncu, bir yandan acıma hissiyle baktığı yılandan çekinmiyor da değilmiş. Ama onun da yuvasında yavruları olabileceğini, yuvada yiyecek beklerken anasız kalmalarının onları nasıl da perişan edeceğini düşünerek korku ve nefretini bir yana bırakarak yılanın canını bağışlamaya karar vermiş. Meğerse oduncunun karşısındaki aslında yılanların kralıymış.
Yılanın konuşmasına şaşıran oduncu bir yandan yılana küçümser gözlerle bakarken bir yandan da yılana “Büyük de olsan sen bir aciz hayvansın, beni ödüllendirebilmen nasıl mümkün olur?” diye sormaktan da kendini alamamış. Yılan; “Beni burada biraz beklersen görürsün” diyerek oduncunun daha önce görmediği deliğine dalarak ortadan kaybolmuş.
Oduncu merak ve şaşkınlıkla kalakalmış. Çok geçmeden yılan deliğinden çıkmış. Ağzında çil çil bir altın tutuyormuş. Altını oduncunun önüne bırakarak altının oduncunun olduğunu söylemiş. Yılan daha sonra: “Ne zaman ihtiyacın olursa benim yuvam olan bu kuyunun başına gel ve bana seslen, ben geldim, dostun oduncuyum ben, ortaya çık da altınımı ver bana” diye bana buradan seslen” demiş.
Oduncu şaşkın şaşkın bir elindeki altına bir yılana bakarken yılan tekrar yuvasına dönmüş. Oduncu da; “Vardır bu işte de bir hikmet “diyerek sevinçle şehrin yolunu tutmuş. Altını kuyumcuya verip karşılığında yüklüce bir para almış. Fakir oduncu, evine eli yiyeceklerle dolu olarak dönmüş. Ama parayı nereden bulduğunu, ormanda yaşadıklarını karısı dahil hiç kimseye anlatmamış. O günden sonra ne zaman para ihtiyacı olsa yılanın yuvasının önüne gidip altınını alıyormuş. Oduncunun evi bolluk ve bereketle doluyormuş.
Böylece hayat sürüp giderken oduncu bir gün hastalanmış. Hastalanınca da ne odun kesmek için ne de kuyunun başına gidip yılandan altın almak için dermanı kalmamış. Bu nedenle oduncunun evini eskisinden daha beter bir yoksulluk almış. Neredeyse yiyecek bir kuru lokmalık ekmekleri yokmuş. Çaresiz kalan oduncu oğlunu yanına çağırarak sırrını açmak zorunda kalmış. Sonra da oğluna ormandaki yılanın yuvasının yerini tarif ederek; “Kuyunun başına git ve yılana ben oduncunun oğluyum, babam hasta, altını ben almaya geldim de. Sana vereceği altını şehre gidip bozdur. Evin ihtiyaçlarını pazardan al gel.” demiş.
Oduncunun oğlu duyduklarına çok şaşırmış. Babasının hastalığın etkisiyle konuştuğunu düşünse de hem onu kırmamak için hem de doğru olma ihtimalini düşünerek ormana gitmiş ve yılanın yuvası olan kör kuyuyu bulmuş. Babasının söylediği gibi yılana seslenerek beklemeye başlamış. Biraz sonra yılan ağzında bir altınla gelivermiş. Oduncunun oğlu bir yandan şaşırmış öte yandan kuyudaki altınların hepsine sahip olma düşüncesiyle yılanı öldürmeye karar vermiş.
Elindeki baltayı yılanın kafasına doğru savurmuş. Yılan, durumu fark ederek can havliyle hareket ederek canını son anda kurtarmışsa da balta kuyruğundan bir kısmını koparmış Bunun üzerine yılan çocuğun bacağından ısırıvermiş.
Çocuk, zehirlenerek oracıkta can vermiş. Evde geciken oğlunu bekleyen oduncunun yüreğine bir sızı düşmüş. Oğlu uzun süre gelmeyince komşularından oğlunu aramalarını istemiş. Olup bitenlerden bahsetmeden kuyuyu onlara da tarif etmiş. Komşuları, delikanlıyı kuyunun başında ölmüş olarak bulmuşlar.
Oğlunu defneden oduncunun hastalığına bir de evlat acısı eklenmiş. Bir müddet sonra iyileşen oduncunun acısı da küllenmiş. Oğlunun ölüm sebebini bilmeyen oduncu parası da kalmadığından iyileşince hemen kuyunun yolunu tutmuş. Kuyunun başına gidip yılanın söylediği gibi seslenmiş. Yılan oduncuyu her zamankinden daha çok bekletmişse de sonunda dışarı çıkmış. Ama bu sefer ağzında altın yokmuş. Yılanın kuyruğun hemen oduncunun dikkatini çekmiş ve yılana ne olduğunu sormuş. Yılan tüm olanları anlatmış.
Oduncu oğlunun hatasını anlamış. Oğlunun çok büyük bir hata yaptığını ve bunun bedelini ödediğini, bunun için yılanı suçlayamayacağını eski dost olduklarını ve kendisinin bu dostluğu devam ettirmek istediğini söylemiş.
Yılan; “Ben de senin dostluğundan memnundum. Senin dostluğunu elbette kaybetmek istemem. Lakin bu dostluğun devamı artık imkânsız” demiş oduncuya ve eklemiş: “Ben bu kuyruk acısını sen de içinde evladın yokluğunun sancısını çekerken biz dost olarak kalamayız.”
Комментариев нет
Чтобы оставить комментарий, необходимо на сайте.